Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü 
ve şu türküyü duydu : 
        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan 
          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan 
                                      bu memleket bizim.

          Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak 
          ve ipek bir halıya benziyen toprak, 
                                      bu cehennem, bu cennet bizim.

          Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, 
          yok edin insanın insana kulluğunu, 
                                      bu dŞ¢vet bizim...

          Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
          ve bir orman gibi kardeşçesine, 
          bu hasret bizim...»>

Sonra. 
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik 
ve Kayserili bir nefer 
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip 
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya, 
Güneyden Kuzeye, 
Doğudan Batıya, 
Türk halkıyla beraber 
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

Ve biz de burda bitirdik destanımızı. 
Biliyoruz ki lŞ¢yığınca olmadı bu kitap, 
Türk halkı bağışlasın bizi, 
onlar ki toprakta karınca, 
                                    suda balık, 
                                                    havada kuş kadar 
                                                                  çokturlar; 
korkak, 
            cesur, 
                     cŞ¢hil, 
                             hakim 
                                      ve çocukturlar 
ve kahreden 
                 yaratan ki onlardır, 
kitabımızda yalnız onların mŞ¢ceraları vardır... 

Nazım Hikmet - Kuvayı Milliye Destanı'ndan